6 Mayıs 2015 Çarşamba

Gülten Dayıoğlu-Dört Kardeştiler Kitabı Özeti,olay örgüsü, kişiler,yer ve zaman (tahlili)

Yazar: smntsn
OLAY ÖRGÜSÜ
                Eserde olayların etrafında döndüğü aile Yılmaz ailesidir. Bu aile dört çocuk sahibidir. En büyük kardeş Feten’dir.  Anne Hasibe, dördüncü çocuğunu doğurduktan sonra ölür. Artık sorumluluk dedesiyle birlikte Feten’dedir. Feten’in babası köyde koruculuk yapmaktadır. Babası bir süre sonra köydeki çatışmada şehit edilmiştir. Feten ve dedesi kardeşlere bakamaz olurlar ve onları evlatlık vermeye karar verirler. Bir küçük kardeşiyle kalan Feten, geçimlerini çobanlık yaparak sağlamaya çalışırlar. Bu arada dede iyice yaşlanmıştır ve ölür. Dedenin emaneti olan Feten, muhtar tarafından evlatlık verilir.  İstanbul’da bir aileye besleme olarak verilir. Bu aile Feten’e kötü davranmaktadır ve onun dışarı çıkmasını da engellemektedirler… Bir gün Feten evde kilitliyken yangın çıkar ve neyse ki hafif yanıklarla kurtulur. Yine de hastanede uzun bir süre geçirir ve bir süre sonra doktorların da ilgisi ile köyüne gönderilir.

A.      ESERİN İÇERİĞİ ve EĞİTSEL BOYUTU
                Eserde, yetim kalan çocukların hayat ile mücadeleleri, karşılaştıkları zorluklar ve onları aşmalarındaki güçlükler, çocuklara uygulanan şiddet ve kötü davranışlar, köyde yaşamanın zorlukları ve köylünün hayata yaklaşım açısı konu edinilmiştir.
                Feten isimli karakterin gösterdiği üstün çaba (çalışıp kardeşlerine bakma, zorluklara göğüs germe) eğitsel açıdan önem arz etmektedir. Bu eser okunduğunda kişide yardımlaşma isteği ve sorumluluk alma isteği kazandırabilir. Yeni yetişenlere örnek alabilecekleri davranışlar kazandırabilir.

1. Toplumsal Konu ve İletiler
                a. Köyde Toplumsal Yaşam ve Köy Gerçekleri
                                Eserde mekân olarak seçilen köy (Apan), klasik Türk köyünün sosyolojik özelliklerini göstermektedir. Halk yardımsever ve iyi niyetlidir. Feten ve ailesine de ellerinden geldiğince yardım etmeye çalışırlar ve iyi niyetle yaklaşmayı tercih ederler. Bir bölümde köylü, Feten ve kardeşlerinin saçlarını örer, kışlık yiyecekleri ve geçinmeleri konusunda yardımcı olur.
                Hayvancılık işleri bir köy unsuru olarak fark edilebilir. Ayrıca eserde bahis konusu olan köy hem Feten ve ailesine yardım ederken hem de diğer köylülerle pek çok konuda dayanışma içinde olmuştur. Ayıca yardımlaşma duygusunun yüksek oranda yaşandığının en basit örneğini koruluk çalışmaları sırasında fark edebiliyoruz.  Köydeki toplumsal unsurları fark etmek oldukça kolaydır.
                                b. Gelenek, Görenek ve Töreler
                                Gelenek ve göreneklere romanda sıkça rastlanılmaktadır:
                               …                           
                               “-Senin yaşındaki kızlar, küpe takmazlar! Çıkar onları! Diyerek kulağına uzandı.

               

                               Feten:
                                -Çıkaramam, dedi. Anamın küpeleri bunlar. Bizim köyde kızlarınb kulakları bebkten delinir ve hemen küpe takılır…”,
                                “Arif, henüz bu yatağa yatmamıştı. Çocuk sünnet olmadan sünnet yatağına yatırılmazdı. Bu da köyün geleneklerinden biriydi. Herkes, bütün bu geleneklere olduğu gibi, bu geleneğe de saygıyla uyardı.”
                               …
                               Roman, sosyolojik yapıyı gelenek ve göreneklerle sıklıkla göstermektedir. Hemen hemen her köyde görebileceğimiz adlandırma geleneği, eserde mevcuttur. Mesela hep kız çocuğu olan baba, son çocuğun ismini “Döndü” koymak ister ve böylece sonraki çocuğun erkek olacağına inanır. Sünnet, kız çocuğunda küpe, vb gibi olayların geleneklere uygun şekilde yapıldığı aşikârdır.



2. İnsana Yönelik Konu ve İletiler
                a. Aile İlişkisi
                                Çocuklar birbirlerine bağlıdırlar ve içtenlikle sevgi beslerler:
                                “- Abla, al beni. Yoyuldum .
                               Feten güldü:
                               - Sen erkeksin, Yaşar’ım. Erkekler yorulur mu?
                               …
                               Feten dayanamadı. Eğilip içtenlikle yanaklarından öptükten sonra yere diz çöktü.
                               - Hadi, bin bakalım sırtıma.”

                                Ailede birbirine bağlılık ve büyük bir sevgi söz konusudur. Çocuklar babaları koruluktayken merak ederler, geldiğinde de babalarına hizmet ederlerdi:
                                “ Soğuklar iyice artınca, babaları da eve daha sık gelmeye başladı. Kar bastırdığında, artık koruya haftada bir gidiyordu. Çocuklar, bu duruma çok seviniyorlardı. Babaları köydeyken, kaygısız ve mutlu oluyorlardı. Hele Fenten, babasını evde rahat ettirmek için çırpınıp duruyordu. Sözgelişi, kilimin üstüne otursa hemen fırlayıp minder getiriyor, hemen akşam yemekten sonra mangala cezve sürüp kahve pişiriyordu. Kahve pişirmeyi dedesinden öğrenmişti. Yaz kış her akşam, dedesine bir fincan kahve yapardı. Dedesi, kahvenin ilk yudumunu alınca,
                                -Ohhh!... Ellerine sağlık Fenten! Yorgunluğum geçti gitti, derdi.”
                b. Yardımseverlik
                                Öksüz ve yetim kalan çocuklara köylü birçok yardımda bulunmuştur. Komşuları Nevzer Kadın onların bulgurlarını kaynatır, saçlarını yardım eder adeta kendi çocukları gibi bakardı. Yaşar’ı çok severdi. Yaşar’ı Nevzer Kadın emzirmişti. Yaşar’ı ölen çocuğunun yerine koymuştu. Köyün diğer sakinleri bu fakir aileye yemek yardımına bulunur, ekmek verirlerdi. Bir başka yardımseverlik ise onların evlatlık verilip sefil hayattan kurtulmalarını sağlamaktı. Bu pek yardımseverlik sayılmasa da köy halkı tarafından ve ilk önceleri dedeleri tarafından kabul görmüş bir düşünceydi çünkü başka bir çözüm yolu pek gözükmemekteydi.
               
                c. Paylaşım Duygusu
                Köyün çocukları birbirlerini severler ayrıca oyuncaklarını paylaşmaktan çekinmezler.
                Aşağıdaki cümleler bu paylaşımı örneklemektedir:
                 “Komşuları Arif’in ayakları dibine çömelmiş, onun söğüt dalından düdük çıkarışına bakıyorlardı.
                - N’apıyorsun Arif?
                - Babam, dere kıyısından bir dal söğüt kesivermiş. Ondan düdük çıkarıyorum. Fakat bir türlü kabuğu soyulmuyor, dedi.
                                Kızlar:
                -Biz de Arif ağamıza bakıyoruz, diye mırıldandılar.
                                Feten, Yaşar’ı sordu… Uyumuş olduğunu öğrenince sevindi. Kaşıkları tencerenin içine koydu, tencereyi de duvarın dibine bırakıp Arif’in yanına çömeldi. Arif, düdüğü yapamamanın öfkesi içindeydi…
                                Söğüt dalından yapılan düdük, pek güzel öterdi. Fakat herkes söğütten düdük çıkaramazdı. Bu, ustalık ve dikkat isteyen bir işti.
                                Baş parmak kalınlığında ve bir karış boyunda söğüt dalının bir ucu, ağıza yatsın diye, üçgen şeklinde yontulurdu. Ağız yerinin üst kısmına da derin bir delik açılırdı. Sonra çakının sapıyla gövdeye vurulmaya başlanırdı. Böylece odunu saran kalın kabuğun gövdeden ayrılmasına çalışılırdı. Kabuk odunundan yırtılmadan ayrılırsa, düdük hazır demekti. O zaman, dil yerinin üstü düzgünce yontulur ve büyük delik, odun üzerinde, iyice oyulurdu. Bu işler bitince, odun tükürükle ıslatılır, yeniden kabuğa geçirilirdi. Yapılan düdük, üflenince ötmeye başlanırdı.
                                Arif bir türlü beceremiyordu. Söğüdün kabuğu, odunundan ayrılırken, bir yerinden yırtılıveriyordu. Elindeki koca daldan bir düdüklük daha kesip ayırdı:
                -Bu da sizin kaderinize olsun, bakalım ötecek mi, diyerek işe kalkıştı.
                                Bu sırada yanlarına bir çocuk daha geldi. Arif, yeniden düdüğe bıçak sapıyla vururken çocuklar, hep bir ağızdan düdüğün tekerlemesini söylemeye başladılar:
- Gav gav gav gavladı,
   Bizim söğüt ağladı,
   Söğüdüm gavlayıver,
   Söğüdüm ağlayıver.
                                Bir süre sonra kabuk odundan ayrıldı. Büyük deliğin altı gereği gibi oyuldu, dil yeri yontuldu. Odun, tükürükle ıslatılıp kabuğa yeniden geçirildi. Üfler üflemez ötmeye başladı. Çocuklar sevinçle ellerini çırptılar. Arif, o kadar sevinmişti ki arta kalan söğüt dalını arkadaşlarına uzattı:
               
- Alın sizin olsun! Bundan, hepinize birer düdük çıkar.
                                Çocuklar, söğüt dalına yapışıp çekiştirmeye başladılar. Tam kavga çıkacakken, Arif atıldı:
- Verin onu bana! Birer düdüklük kesip hepinize dağıtayım.
                Herkes bu fikri uygun buldu. O dalı paylaştırırken, çocuklar da çakı getirmek için evlerine koştular. Ari,f Feten’e de bir düdüklük söğüt verdi…


3.   Ulusal, Tarihsel Konu ve İletiler
                Eserde ulusal olaylara örnek, Feten’in okula başladığı gün bayrağımız çekilerek İstiklâl Marşı’nın okunmasıdır.
                “Öğrenciler, okulun bahçesinde sıra olmuşlardı. Feten, sırtında Yaşar’la sıraya girdi. Öğretmenler geldi. İçlerinden biri, Feten’in pek kavrayamadığı bir şey söyledi. Sonra yeni öğrenciler, eskilerden ayrıldılar. Büyükçe bir kız, onları biraz ötede sıra yaptı. Bayrak çekildi. İstiklâl marşı söylenirken yaşar, kene gibi ablasının sırtına yapışmıştı. Yüzünü, Feten’in saç örgülerine gömmüş, korkuyla soluyup duruyordu.”

B.      KİŞİLERİN TANITIMI
                                Feten: Annesi ve babası öldükten sonra kardeşlerine bakmakla yükümlü çalışkan, sevilen bir kızdır. Romanın başkahramanıdır.
                                Hasibe Kadın: Feten’in annesidir. Dördüncü çocuğunu doğurduktan sonra hastalanarak ölmüştür.
                                Salih: Feten’in babasıdır. Köyün koruluğundan sorumludur.
                                Dede: Yetim ve öksüzlerin dedesidir. Çocukların başında duran ve onlara göz kulak olandır.
                                Habibe: Feten’den sonra dünyaya gelen evin ikinci evladıdır.
                                Döndü: Evin üçüncü kızıdır. Ablası Habibe ile birlikte besleme verilir.
                                Yaşar: Evin en küçük bireyidir. Fenten’e çok düşündü. Onu annesinin yerine koymuştur.
                                Nevzer Kadın: Yılmaz ailesinin yardımsever komşusudur. Ayrıca Yaşar’ın süt annesidir.
                                Muhtar: Dedenin torunları emanet ettiği kişidir.
                                Ahmet Ağa: Feten ve Yaşar’a işveren yardımsever kişidir.
                                Arif: Feten’in arkadaşıdır. Aynı zamanda Ahmet Ağa’nın da oğludur.
                                Azmi Bey: Mal müdürüdür. Muhtar’ın aracılığıyla Feten’i besleme olarak yanına alır ve İstanbul’a, evine, götürür.
                                Güler Hanım: Azmi Bey’in karısıdır. Feten’e şiddet gösteren ve yangında yaralanmasına sebeb olan kişidir.
                                Sibel: Azmi Bey ve Güler Hanım’ın çocuğudur. Şımarık ve annesinden korkusunda dolayı yalanlar söyleyen öğrencidir.


C. BİÇİMSEL ÖZELLİKLER
1. Eserde Zaman ve Mekan
                Konu geçmiş zaman ile anlatılmaktadır fakat bölümler arası zaman geçişleri de bulunmaktır.     “Böylece üç yıl geçti..” sözüyle üç yılın geçtiği bir süre de eserin bir bölümünde belirtilmiştir.
2. Sunuş ve Anlatım Durumu
                Birinci şahısın ağzından canlı ve etkili bir anlatım mevcuttur. Çocukların anlaması açısından kolaydır.  Betimlemeler kısadır.
               
                İç Konuşmalar:
                                “Feten, sabahlığa bakarken ürperdi. Kötü anıları yenilendi. ‘Başıma neler geldi?’ diye düşündü. Sonra sabahlığı tortop edip çamaşır sepetinin içine fırlattı. Ütüye girişti…”
                                “Sepet yarılanmıştı. İçinden, ‘Kolum yoruldu.’ diye geçiriyordu ama bırakamıyordu. ‘Ütüyü bitiremezsem…’ diye düşündü.
                Diyaloglar:
                Romanda diyaloglara sıkça yer verilmektedir. Diyalogların tümünü yazmak, eserin %80’ini buraya geçirmek anlamına geldiği için en uzun ve en kısa diyalog ile rapora devam etmek tercih edilmiştir.
               
                En Uzun Diyalog:
                 “- N'olursun  Nevzer Yengem, pek özeniyorum. Biliyorsun bugün düğün de var. Oraya anamın küpeleri ile gidersem çok sevineceğim!
                Nevzer Kadın,  başını okşadı:
            - Haklısın Feten, sana söz de verdimdi…
                   Feten:
      - Suları ben doldururum, istersen evi de süpürürüm, diye atıldı. Nevzer Kadın:
        - Eh, öyleyse, sen çeşmeye git, testileri birer birer dol­dur, gel. Sakın kırma, ha!..  Ağır gelirse yarım doldur. Çeş­meye birkaç kez fazla gidersin. Sen o işi bitirinceye dek ben de evdekileri yoluna koyarım, dedi.
                                Feten sevinçle ellerini çırptı ve hemen işe girişti. Habibe de ona yardım ediyordu. Çeşmeye her gidiş gelişlerin­de Yaşar ve Döndü peşlerini bırakmıyorlardı. Güle söyle­ye, bütün testileri doldurdular. Bu iş bitince, Feten eve git­ti. Dedesi korudan yeni dönmüştü.
                    Feten:
                   - Babamız nasıl? diye sordu. Dede, pek neşelendi.
                     - İyi iyi diyerek yine Feten in sorusunu savuşturdu, Feten de üstelemedi.
                    - Dedeciğim, biz bugün Arif’in sünnet düğününe gideceğiz. Bak, üstümüzü değiştirdik!                Saçlarımız tarandı:
                     Biraz durakladı. Küpe ve kulak deldirme işine dedesi «Olmaz!» derse diye korkuyordu. Sonra gücünü topladı.
                   - Eğer iznin olursa, bugün kulaklarımı deldireceğim. Anamın sandıktaki altın küpelerini takacağım. N’olur dedem, güzel dedem, can dedem! Olmaz deme, emi?
     Dedesi şöyle bir düşündü.
     - Kim delecek kulaklarını?
      - Marzı Nine!
      …
      Ablaları, birkaç kez:
-    Yürürken toz kaldırmayın, üstünüz başınız kirlenmesin, Düğün sofrasına oturacağız! dediyse de kızlar sözüne aldırmıyorlardı.
      Nevzer Kadın önde, çocuklar arkada, Marzı Nine'nin evine vardılar. Nine, kapısının önündeki çiçekleri suluyor­du. Yüzü buruş buruş olmuştu. Küçücük mavi gözleri, bon­cuk gibi parlıyordu. Alt çenesini burnuna değdire değdire, dişsiz ağzında bir şeyler geveliyordu. Tertemiz giysileri soluk ve yer yer yamalıydı. Çocuklar, birer birer ninenin eli­ni öptüler. Nine, önce onları tanıyamadı.
      Nevzer Kadın:
-       Bizim korucunun çocukları, hani Salih var ya!.. Marzı Nine belini doğrultup şöyle bir düşündü.
-       Bunların anaları, lohusayken öldüydü, değil mi? Nevzer Kadın:
-       Evet, öyle olduydu, dedi ve sustu.
Konuyu kapatmak istiyordu. Fakat Nine, içini çekerek sözünü sürdürdü:
-      Hey gidi Hasibe Gelin, hey! Ne güzel bir kızdı ölüm, güzel, çirkin, genç, yaşlı tanımıyor. Çocukluğunda onun da kulaklarını ben deldimdi (delmiştim). Dahası var! Onun ana­sı da kadersizin biriydi. O da genç yaşında ölüp gitti.

Sonra Feten'e döndü.
-     Bunun kulakları mı delinecek? Feten, telaşla:
-      He ninem, he. Benim kulaklarım delinecek, dedi. Bugün Arif oğlanın sünnet...
Nine sözünü kesti…”
En uzun diyalog, anlatıcının araya girerek kurduğu cümleler dahil tam üç yüz altmış yedi kelimeden oluşmaktadır.

        En Kısa Diyalog:
                        “- Güllü, mutfakta ne dikilip duruyorsun? Sofrayı kursana! diye seslendi…”
                        En kısa diyalog dokuz kelimeden oluşmaktadır.






D.   DİL VE ANLATIM
1.       Sözcük Seçimi
        Eserde yerel ağız özellikleri bulunmaktadır. Yabancı kelimelere rastlanmamıştır.
Yerel Sözcükler:
        Hanım, bu savı uygun buldu. O günden sonra Feten’in başına bi dert daha çıktı: Sözcükleri İstanbul deyişine uygun söyleyebilmek için, ter döküyordu. Çoğu kez dili dönmüyor, hanımından dayak yiyordu. Sözgelişi, Feten ekmeğe “Epmek” diyordu. Hanım, doğrusunu öğretmek istiyordu. Feten, doğrusunu söylüyordu. Ama, kısa süre sonra unutup yeniden “Epmek” diyordu. Hanım, öylesine sık dövüyordu ki Feten şaşkına dönmüş, dayaktan aptallaşmıştı.


2.       Cümle Yapısı
Devrik cümleler:
Devrik cümlelere az yer verilmiştir. Devrik cümlelerden örnekler:
                “Hiç korkmuyordu sünnet olmaktan.”
                “Canının acısından, kuru kuru hıçkırıyordu. Fakat gözlerinden yaş akmıyordu artık!”
                En Uzun Cümle:
 Arif, sünnet giysileri içinde sevinerek, hatta biraz da böbürlenerek, çevresine bakınıyor, “Bu davullar benim için dövülüyor” diye düşünüyordu.
                En Kısa Cümle:
                -N’apıyor şimdi?
Romanda cümleler genelde 6-8 kelimeden oluşmaktadır. En kısa cümle iki kelimeden oluşmaktadır. En uzun cümle örneklerinde ise 17 kelime bulunmaktadır.


3.       Edebi Sanatlar
Benzetme:
                “… inci gibi bembeyaz dişlerini gördü.”
                “Sonra örtüsünün kenarlarını çekip peçete gibi dizlerine örttüler.”
                “Küçük mavi gözleri, boncuk gibi parlıyordu.”

                Mecaz:
                “Rengi uçmuştu.”

                Abartma:
                “Feten sevinçten uçtu.”

4.       Deyimler
                “Düşmana göz açtırmaz”
                “Dizlerini bağı çözülmüş gibi.”
                “Yetimlere içim yandı.”

5.       İkilemeler
                “Çın çın”
                “Çak çaka çak çak”
                “Tazi tuzi”
                “İnne minne”
                “Akçan gupçan”
                “Endo mendo..”
                “Düdüğün sesi, çın çın öttü.”
                “Çoluk çocuk”…

6.        Eserin Değerlendirilmesi
                Kitap on üç bölümden oluşmaktadır. Toplam 160 sayfadır. Genellikle iki kişinin karşılıklı diyaloglarını ve anlatıcının diyalog arası konuya girişini benimseyen basit bir anlatım içerir.
                Eserin diyaloglar halinde sunulan metinlerden oluştuğu gibi zaman be zaman köylülerin veya kahramanların şiirsel ifadeleri de mevcuttur:
                “- Eveleme develeme,
                Tazi tuzi,
                Merkep kızı.
                Nereye gitti?
                Yazıya gitti,
                Ne zaman gelecek?
                Güzün gelecek,
                Yazılalım, dizilelim.
                Şu köşeye büzülelim.
                Ancık boncuk,
                Kerevete sen gir sen çık!..”
                Eser köy unsurlarını açık olarak belirten bir anlatım içermektedir. Bu köy unsurları arasında sosyolojik tavırlar da bulunmaktadır. İnsanların yardımlaşmaları ve zor durumda olan insanlara yardım etmek, onları kalkındırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışmaları insanlık açısından güzel örneklerdir ve bu tür davranışların çocuklara kazandırılması önemlidir. Yeni yetişenlerimizin hem ahlaki tutumları hem de çevreleriyle sosyal ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, bu eserler ile “topluma hayırlı” bireyler yetiştirilmesi olasıdır. Öyleyse bu eserin okutulması hem ders çıkartılması hem de yardımsever, iyi niyetli bir neslin yetiştirilmesinde olumlu yönde etkiler sağlayacaktır.
                Eserin dili incelendiğinde yöresel ağız özelliklerinin ve çocuk dilinin ustalıkla yazıya döküldüğü görünmektedir. Çocuklarımızın değişken dil unsurlarını belirgin bir biçimde görmeleri açısından da bu anlatım biçimleri önemlidir. Ayrıca konunun çekici olması ve sürekli okuma isteği uyandırması (sürükleyicilik) çocuklar için bir diğer olumluluktur.
                Eser aile kaybının korkunçluğunu, sorumluluk bilincinin yükselmesi ve yardımseverliğin artması ile devam ettiren yaklaşımı sayesinde korkunçluktan uzaklaşabilmiştir. Her olumsuz olaya rağmen olumlu bir gelişmenin sonuç olarak bağlanabilmesi de çocuk bakış açısına kazandırılmak istenen düşünceler açısından pozitif bir durumdur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder